KURALLAR VE ADABI ERKÂN
Adaplı olmak İnsanoğlunun meziyetlerindendir. İnsan olan herkesin adabı erkân ölçüleri içerisinde yaşantısını sürdürmesi insanlığın bir gereğidir. Kanunlarımız, bireylerin hak ve hukuklarını koruyup kollamak maksadıyla bazı kurallar koymuştur.
— Ehliyetsiz araba kullanmama,
— Emniyet kemeri takma zorunluluğu,
— Otobüslerde cep telefonlarını kapalı tutma,
— Kapalı yerlerde sigara içmeme ve benzeri kurallar…
Birde bu kurallara uymayanlar hakkında yaptırımlar. Ancak yaptırımlara rağmen inadına bildiğini okuyan mahlûkatlar vardır ki bu ayrı bir tartışma konusu.
Bunların yanı sıra yaptırımsız toplum kuralları. Yani uyulmaması halinde cezai müeyyidesi olmayan ancak her toplumun inançlarına, kendi örf ve adetlerine, eğitimine ve ekonomik gücüne göre farklılıklar gösteren görgü kuralları…
—Yemek Yeme, Sosyal İletişim, İşyeri Görgü Kuralları ve diğerleri…
Bu kurallara uymakla başkalarının hak ve hukukuna saygı göstermiş oluruz.
Peki, kaç tanemiz bu kurallara uyuyoruz. Bir bakalım.
Otobüs yolculuğum sırasında günün yorgunluğu ve aracın beşik misali sallaması sonucu tatlı bir uykuya dalmıştım. Aracımız ninni söylercesine yoluna devam ediyordu. Birden İbrahim Tatlıses’in “Ayağında Kundura” türküsünün melodisiyle irkildim. Bu ses ön sırada oturan koltuk komşumun telefonundan geliyordu. Adam alelacele telefonuna sarılıp “ Abe biz şimdi……’a yaklaştık, sen nerdesin?........tamam abe, olur olur söylerim……. Sizde ne var ne yok…...” son derece gürültülü ve kaba bir üsluplu konuşması bütün yolcuların hayretler içerisinde kendisine doğru bakmasına neden olmuş, telefonla konuşma adabından ziyade; yasağa rağmen neden telefonunun otobüste açık olmasına tepki gösterilmişti.
Şoför seslendi : “Beyefendi lütfen telefonunuzu kapayınız! Telefonunuzu otobüste açamazsınız. Yasak, kardeşim yasak…”
Bizimki tınmıyordu bile. Hiç bir şey olmamış gibi konuşmasını sürdürüyordu.
Kaptan ikazlarına devam ediyor: “Ya kardeşim sen Türkçe bilmiyor musun? Lütfen telefonunu kapa!”
Ama nerdeee… Koskoca otobüste hiç adam yokmuş, sanki bu söylenenler ona değil de başkasınaymış gibi habire konuşuyor, konuşuyordu…
Aracın şoförü bu vurdumduymazlığa fazla tahammül edemeyip; acı bir frene basmasıyla adamın başında dikilmesi bir oldu. Tabi bu arada arkadakiler hoooop öne.. “ ya kardeşim sen ne laf anlamaz adamsın.Otobüste telefonla konuşmak yasak, kapa şu telefonunu,kapaaaaaaa!!!” diye bağırmaya başladı.
Adam gayet soğukkanlılıkla “Arif abe otobüsde telefonla konuşmak yasakmış, sen konuş ben dinlerim” demesin mi? İşte bu noktada apışıp kaldık.
Zaman zaman hepimiz rastlamışızdır; önümüzde yürüyen bir adamın haarttt diye burnunu silip sümüğünü yere atmasına, aracının sigara küllüğünü caddenin ortasına dökmesine, bütün camlarını açıp müzik çalarının sesini sonuna kadar açmasına, elinde buruşturduğu mendilini rasgele caddenin ortasına atmasına, komşusunun üstünden halı ve kilimlerini silkelemesine, dağın başındaymış gibi sokak ortasında bağırmasına vb. rastlamışız da; acaba kaç tanemiz bu yapılanın yanlış olduğunu söyleme lütfünde bulunup ikaz etmişiz, kaç tanemiz?
Bu bağlamda elimizi vicdanımızın üzerine koyup; Avrupa Birliğinin neden bizi içine almadığına, neden hala kapının önünde bekletip yapmamız gereken ödevleri bir an önce yerine getirmemiz gerektiği yönündeki ikazlarında haklılık payını bir gözden geçirelim.
Sizce haklı değiller mi?
Biz; AB standartlarında kentleşmemizin yanı sıra uygar bir milletin evlatları olarak; Milletimizin ve onun inanıp iman getirdiği dinimizin emrettiği görgü kurallarımıza uyalım, uymayanları uyarıp adaplı olmaya davet edelim. Ne dersiniz? 13.01.2007