“ K A R S L I Y I M B E N ”
Bir yılın yorgunluğunu atıp, dost ve arkadaşlarımı ziyaret amacıyla; haftalar önce hazırlıklar yapılmış ve DOĞU KARS OTOBÜS ŞİRKETİ’ne ait Sarıkamış yazıhanesinden 07.08.2005 tarihli bir adet yolcu bileti alınarak, birkaç günlüğüne de olsa sevdiklerimizden ayrılmanın burukluğu ile otobüsün gelmesini bekliyorduk. Ancak içim içimi de yemiyor değildi. Çünkü aradan on yıl geçtikten sonra otobüsle uzun bir yolculuk yapmak zorunda kalmıştım. Yaklaşık otuz saatlik bir yolu 30–35 derece sıcakta nasıl gidecektim. Otobüsün içinde yayla peyniri ile birleşen o ekşimsi ayak kokusu çekilebilir gibi değildir diye düşünüyor, o anı hayal ettikçe bileti iade edip yolculuktan vazgeçmek geliyordu içimden. Derken beklenen an geldi. 34 VFA 66 Plakalı 403 Mercedes otobüs Doğu Kars Yazıhanesinin önüne yanaşmış ayrılık zamanı gelip çatmıştı. Gözpınarlarımızdan akan mübayenet gözyaşları yanaklarımızdan süzülerek koltuklarımıza oturmaya başlamıştık. Aracımızın içine biner binmez insanın içini rahatlatıcı parfüm kokusunu soluyup bir nebzede olsa rahatlamış, endişelerimizin yersiz olduğu kanaatine varmıştık. Ve kalkış saati olan saat 11.30’da Doğu Kars yazıhanesinin yetkililerinden Şahin ve Fikret DEMİRTAŞ kardeşlerin “yolunuz açık olsun, bir daha görüşmek üzere” dercesine gözlerimizin içine bakarak el sallamalarıyla Sarıkamış’tan hareket ettik. Cıbıltepe Kayak Merkezinin bulunduğu istikametten geçerken doğanın o harika güzelliğine güzellik katan 400 yataklı Toprak Otel’ in muhteşem görüntüsü bize Sarıkamış’tan kısa süre de olsa uzaklaşmanın dayanılmazlığını anlatır gibiydi. Soğuksu, Karayolları Çeşmesi ve devamında yemyeşil çam ağaçlarının altında piknik yapanları kornalarla selamlayarak ve aracımızın açık penceresinden içeriye akan temiz çam havasını soluyarak yolumuza devam ediyorduk. Bana ait olan koltuğun hemen karşısındaki koltuklarda; birisi 25–30 diğeri 40–45 yaşlarında iki bayan oturuyordu. Genç olanı son derece modern diğeri mazbut giyimliydi. Otobüsümüz olması gereken hızında seyrederken yan yana oturan yolcularda birbirleriyle tanışmaya başlamışlardı. İstemeye istemeye yanda oturan bayanların konuşmalarına kulak misafiri oldum. Orta yaşlısı olanı diğerine “sen Aydınlı’ mısın?” diye sorunca genç olanı gür, kararlı ve tok bir sesle “Karslıyım Ben” demesiyle irkildim. Kadıncağızın ağzından çıkan “Karslıyım ben” cümlesi o kadar kararlılıkla ve gururla çıktı ki sanki diğerine “Karsın insanı modern ve çağdaş değil mi? Sen, beni giyimimden ve konuşmamadan dolayı mı Aydınlıya benzettin hâlbuki %99 okuryazar olan Serhat Karsımızdan nice şairler, yazarlar, düşünürler ve devletin kilit noktalarında görev yapan bürokrasilerin var olduğunu bilmiyor musun?” dercesine cevap vermişti. Peki, bu hanımefendiyi bu kadar gururlandıran sadece Kars’ın insanın çağdaş oluşumuydu, başka nedenlerde varmıydı acaba? Neden o da birçok Karslı gibi Karslı oluşundan utanmıyor, aksine “Ben Karslıyım” demekten gurur duyuyordu? Bu soruların cevabını kendisinden almak için son derece sabırsızlanıyordum. İlk mola yerinde kendileriyle tanışma fırsatı bulup merakımı gidermeyi başarmıştım. Adının Gönül olduğunu, Aydın’ın Söke ilçesinde Adliyede Z.Kâtibi olarak görev yaptığını, Söke’ye yaklaşık dört yıl önce geldiğini, eşinin de Söke Emniyet Müdürlüğünde polis memuru olduğunu öğrendim. Kendilerine Karslılığın gurur verici diğer nedenlerini sordum. Bak abi diye başladı anlatmaya: “Kendimin adliyeci, eşimin de polis memuru olması nedeniyle biz bu insanların bilinmeyen yönlerini daha çok fark edebiliyoruz. Buraların bağı bahçesi çok güzel ama bana ne. Benim için; insanın örf ve adetlerine bağlılığı, mertliği, dürüstlüğü, misafirperverliği, paylaşmayı bileni ve güvenilirliği çok önemli. Bu saydıklarımın tamamı Karslıda mevcut. Onun için Karslı olmaktan gurur duyuyorum. Eğer Serhat Karsımızın ve turizm cenneti olan ilçelerinin caddeleri bu kadar temiz değil, musluklarında lağım suları akıyorsa, çarpık yapılaşma devam ediyor köylülüğü üzerinden atamamışsa, bu benim Karslımın kusuru değil, o yerleşim merkezlerini idare edenlerin kusurudur diye düşünüyorum.” Sözleriyle Karslının mert ve dürüstlüğüne işaret etmişti. Yolculuk hayli uzamış Erzincan’a yaklaşmıştık. Oturmuş olduğum koltuk hemen kaptanın arkasında bulunduğundan dolayı yolda cereyan eden olayları ve geçtiğimiz yerleşim bölgelerini detaylarıyla izleme fırsatı bulmuştum. Erzurum’dan Konya’ya kadar neredeyse aralıksız duble yol yapımı çalışmaları yapılıyordu. “Eğriye eğri, doğruya doğru” ilkesinden yola çıkarak Hükümetimizi bu çalışmalarından dolayı kutlamadan geçemeyeceğim. İsimlerini sonradan öğrendiğim Recep ve Türcan BULUT kaptanların bir mola yerinde nazik yemek davetlerine icabet etmeyip belki de kendilerini incitmiştim. Ancak bu benim tarzım. Lütfen beni böyle kabul buyursunlar. Söz konusu kaptanların şık giyimleri ve yolcularına karşı gayet nazik davranışları gözden kaçmıyordu. Aracın muavini Mithat ERCAN’ da kaptanlarından geri kalmıyor, her isteğe kibarca cevap verip istekleri süratle yerine getirmeyi ihmal etmiyordu. Yol boyunca sık sık şoför değişikliği yapılıyor, mütemadiyen aracın içi havalandırılıp otomatik parfümle güzel kokması sağlanıyordu. Bütün bunlara şahit oldukça peşin hükümlü ve önyargılarımdan dolayı mahcubiyetimi arkadaşlarımdan gizlemeye çalışıyordum. Sivas, Nevşehir, Aksaray derken saat 02.00 sularında Konya’nın yanı başından Isparta’ya doğru yol almış, Konya’nın muhteşem gece görüntüsü gözlerimizi kamaştıra kamaştıra ilerliyorduk. Tan yerinin ağarmasını takiben sabah güneşinin Eğirdir Gölü’ne vuran ışınları, gölün masmavi görüntüsüne bir başka güzellik katıyordu.9.Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman DEMİREL’ in memleketi Isparta, Denizli ve civarından geçerken hepimizin de payı olduğu Devlet bütçesinden bu bölgelere yapılan yatırımları seyrettikçe içimden “Biz bu ülkenin insanları değimliyiz acaba? Buralara yapılan yatırımlardan değim yerindeyse “azıcık ucundan” da bize düşmemiş mi? Veya bizleri idare edenler neden haklarımızı istememiş ve istememeye devam ediyorlar? Yoksa istiyorlar da bizleri adam yerine koyan mı yok? Peki, komşu ilimiz Erzurum her istediğini koparıyor da, bize bırakın vermeyi de neden koklattırılmıyor bile ? Yoksa “ağlamayana meme yok” misali bizimkiler ağlamayı mı bilmiyorlar…!? Benzeri soruları kendi kendimize sorup durduk. Bu soruların muhataplarından alacağımız cevaplar, bizleri rahatlatacağını ümit ediyorum. Yolculuğumuzun sonuna yaklaşmış Aydın İli sınırları içerisine girmiştik. Isparta’dan Aydın’a kadar seyrettiğimiz; Üzüm, Şeftali, İncir ve Zeytin bağlarının güzelliği adeta insanı büyülüyordu. En çok üzüldüğümüz olay; Saatler önce terminalde bekleyen, İzmir’in ileri gelen çok değerli işadamlarından çocukluk arkadaşlarım, aynı zamanda Sarıkamışlı Sn. Müslüm TIMARLI, Sn.Osman ve Ömer SAĞIR tarafından karşılandım. Kendilerinin sıcak tebessümleri yorgunluğumu bir nebzede olsa üzerimden atmıştı. Abartısız söylüyorum; Milletimizin dünyaya şan olmuş konukseverliğin örneklerinden birine burada şahit oldum. Kendilerine selam ve sevgilerimi iletiyor, tüm Sarıkamışlılar olarak turizm cenneti ilçemize yatırımlarını bekliyoruz. Aydın’da birkaç gün istirahat ettikten sonra “ziyaret edeceğim” sözünü verdiğim Gönül Hanımın görevli bulunduğu Söke’e gittik. Keşke de gitmeseydik…! Bakın anlatayım: Söke Adliyesinden dönüşü Saraçlar Caddesi üzerinde bulunan “GÜZEL KARDEŞLER MANAV” dan öteberi almak için içeri girip, işyeri sahibi Salih GÜZEL ile hoşbeşten sonra; Kars’tan geldiğimizi, aslen Sarıkamış’ta ikâmet ettiğimizi söylediğimizde; Salih Bey’in benzi sapsarı kesildi. Keskin bakışlarla yüzümüze bakarak “Yok ya Sarıkamışlımızsınız? Keşke söylemeseydiniz abe. İnşallah yolum bir daha Sarıkamış’a düşmez.”Demesi üzerine, son derece mahcup olmuş kısık bir sesle “Niçin öyle söylüyorsun kardeşim, ne oldu ki?“ Salih Bey: “Abe ne olacak, ben Sarıkamış’a Spor Yüksek Okuluna kayıt yaptırmak için gelmiştim. Adamlar bana bir muzu 1.500.000 liraya sattılar. Kalmış olduğum pansiyon son derece pis ve iğrenç bir yerdi, halkın yabancıya bakış açısı bir acayip. Yeter ki insanın yabancı olduğunu hissetsinler hemen kazıklamaya kalkarlar.” Sözleriyle; güzelim turizm beldesi ilçemiz ve insanlarına olmaz hakaretlerde bulunmuş, bizlerde birkaç kişinin yaptığı hataların hesabını vermek için bin bir türlü bahanelerle cevap vermeye çalışmıştık. Oysa Salih Bey son derece doluydu savunmalarımıza karşılık “ Olur mu abe, Muz Mersin ve Antalya’dan Sarıkamış’a gidiyor da, sanki Ağrı’da yetişiyor mu? Aynı dönemde Ağrı’da kilosu iki milyondu” söylemine verilecek cevap bulamamış, başkalarının hatasını tamir etmenin zorluğuna katlanarak içimizden bir kez daha “keşke gelmeseydik” demeden kendimizi alamamıştık. Bu tablo inşallah bizlere ders olurda, aynı hataları tekrarlamamaya özen gösteririz! Evet, Gönül Hanım; bende Karslıyım. Hem de sadece Karslı değil Kars’ın en büyük ilçelerinden olan dünyanın ikinci kar kalitesine sahip, karların dans ettiği turizm cenneti… S a r ı k a m ı ş’ tanım ben… 11.09.2005