ACI AMA GERÇEK BİR ANIMI SİZLERLE PAYLAŞMAK İSTEDİM.
ÖZELLİKLE GENÇ KARDEŞLERİMİZİN BURADAN BÜYÜK DERSLER ÇIKARACAĞINI ÜMİT EDİYORUM.
Çok değerli Kemal ESEN Hocam; İsminizi sitede görmek beni yıllar öncesine götürdü. Bu vesileyle bana göre hayatımda çok derin iz bırakan bir anımı sizlerle paylaşmak istedim.
O dönemde biz köylerden gelen üç beş çocuk bir araya gelerek Sarıkamış’ta ev kiralayıp yokluk, sefalet ve imkânsızlıklar içerisinde öğrenimimizi sürdürmeye çalışıyorduk. Aylardan Ocak’tı. Yaklaşık bir metre kar yağmış akabinde olan tipiyle bütün köy yolları kapanmıştı. Babamın eskicilerden aldığı astarsız bir ceket ve eski bir paltoyla eksi otuz derecenin üstünde soğuğa karşı direnmeye çalışıyordum. Rahmetli Annemin heybeyle köyden göndermiş olduğu ekmek bitmiş, torbanın dibindeki kırıntılarla idare etmeye çalışıyorduk. Köy yollarının açılması bayağı uzamıştı. Öyle bir duruma gelmiştik ki ekmek torbasını birbirimizin elinden kaçırıp torbanın dibindeki kırıntılara saldırıyor, elimize geçirdiğimiz ekmek kırıntılarını büyük bir iştahla bir nefeste midemize indiriyorduk. Derken torbanın dibindekilerini de tüketmiştik. Yolların kapanmasının üzerinden yirmi gün gibi uzun bir süre geçmişti. Artık nerdeyse aç yatıp aç kalkıyorduk. Yemek saatlerini kollayıp, çaktırmadan arada bir diğer arkadaşların evlerine gidiyor yapılan davete nazlana nazlana icabet edip karın doyunca olmasa da alakarın diye tabir ettiğimiz şekilde karnımızı doyuruyorduk. İlçe merkezinde yaşamını idame ettiren köylülerimiz vardı ama gençliğin vermiş olduğu gururla kimseciklere derdimizi açamamıştık. İşte o günlerden bir gün yine öğlen paydosu olmuş, bütün çocuklar öğlen yemeğini yiyip okuluna dönmek için evlerinin yolunu tutmuşlardı. Bende soba yanmayan buz gibi soğuk ve kuru bir ekmeği bile olmayan bir eve gitmek üzere o zamanki Baydar Sinemasının bulunduğu şimdiki Hüseyin Bildik (Ortaokul) caddesine aşağı giderken gözlerim kararıp caddenin kenarına yığılıp kalmışım. Yanımdan birileri gidip geliyor ama ben kimseyi fark edemiyordum. O sırada bir el kolumdan tutup kaldırdı. Buğulu gözlerimle baktığımda her derdimize deva olan, öğretmenden ziyade bize arkadaş veya bir ağabeyi gibi davranan Kemal ESEN Hocamın olduğunu fark ettim. Bana “neyin var niçin burada oturmuşsun, seni doktora götüreyim, eve bırakayım oğlum. Bir sıkıntın varsa bana söyle lütfen” diye ısrar ediyordu. Bende yok hocam hiçbir sorunum yok, sadece azcık kafam döndü dedim. Ama ayakta duracak halim yoktu. Hocam koluma girip beni Civelek Marketin önüne kadar getirdi. Tekrar ısrarlarına rağmen ser verip sır vermedim hocama. Tabi yıllar sonra derdimi yani açlığımı hocama niye söylemediğime o kadar hayıflandım ki, halen kendi kendime çok kızıyorum.
Derken bir gün teneffüs zilinin çalmasıyla birlikte alelacele sınıfa giren, hem okul hem de ev ve çocukluk arkadaşım Ali EKİNCİ “Müjdemi isterim müjdemi isterim” diye bağırmaya başladı. Ali ne oldu hele anlat bakalım ne müjdesi. “Dayın Almanya’dan gelmiş köye gidecek şu an çarşıda…” Ali’nin bu haberi gerçekten çok büyük bir müjdeydi. Bu müjde benim dayımı çok özlediğimden değil derdimize derman olur ümidiyle sevinmiştik. Sıradaki ders Fermanı VARGÜN hocamındı. Hocamın nerelerde olduğundan haberdar değilim. Buradan kendilerine selam ve saygılarımı iletiyorum. Fermanı Vargün Hocamızdan izin alarak arkadaşım Ali ile birlikte koşa koşa çarşıya gelip Bardız Palas’ta dayımı bulmuştum. Dayımın ellerini öpüp yanında oturduktan sonra bize çay ısmarlama girişimini kabul etmedik. Çünkü midemiz zil çalıyordu. Aç karnına çay içemezdik. Hoş beşten sonra dayımın “çocuklar açlığınız var mı? Bir yemek yiyelim” demesini bekliyor, elini her cebine doğru götürdüğünde bize harçlık verecek diye ümitleniyorduk. Ama nerdeeee… Dayım iki üç yıldır Almanya’dan ilk defa geliyor, köydeki ailesi ve çocukları hasretle burnunda tütüyor, biran evvel onlarla buluşma çareleri arıyordu belki de. Biz çok mu umurundaydık sanki…
Aşırı yağan kar ve tipi nedeniyle Handere yolundan Çamayız giden köy yolu kapalıydı. Çamyazı Köyüne gitmek için İstanbul’a giden Doğu Kars Otobüsüyle Maksutcuğa kadar gidip oradan da kendi imkânlarıyla köye gitmeyi planlıyordu. Almanya’dan getirdiği çok ağır ve büyük valizleri bize garaja kadar taşıttıktan sonra Doğu Kars otobüsüne binerken tekrar elini uzattığında avucunun içinde para vardır ümidiyle elinin üstünden ziyade avucunun içine baktığımda bir kez daha sarsılmıştım. Çünkü avucunun içi bon boştu. Yani ne bize bir yemek yedirmeyi nede birkaç kuruş harçlık vermeyi düşünememişti muhterem dayım…
Bundan sonra anlatacaklarım milyonda bir insanın başına gelebilecek ve benim birebir yaşadığım enteresan bir olay. Lütfen okuyunuz!
Dayım otobüse binip camın kenarına oturdu, bizde yaşlı gözlerimizle dayıma el sallayarak uğurladık. Uğurlamasına uğurladık ama içimizden de dayıma demediğimiz kalmadı. Allah bizi affetsin. Arkadaşımla kol kola garajdan on beş yirmi metre ayrılmıştık ki yaştan çapaklanan gözlerimin önünde bir deste gazete kâğıdına benzer bir şeyler görüp geçtik. Bir iki adım attıktan sonra acaba neydi diye merak edip geri döndüm. Eğilip yerden aldığım ve gazete parçası sandığım kâğıtların iç içe katlı üç tane yüzlük olduğuna şahit olduk. Arkadaşımla şaşkınlıkla bir iki saniye bakıştıktan sonra büyük bir sevinçle birbirimize sarılarak “ bunu bize Allah gönderdi, Allah gönderdi” diye sevinç çığlıkları atmaya başladık. Bulduğumuz paralarla bir an evvel günlerdir aç karnımızı doyurmak için lokantaya koşuyorduk. Lokantanın önüne geldiğimizde birden bire “ya bu para çoluk çocuğunu burada aç ve sefil bırakıp, batının herhangi bir şehrinde aylarca amelelik ederek kazanılmış, gurbet dönüşü otobüsten inip evine gitmek üzereyken cebinden düşüren bir zavallıya ayıtsa. Bu para haram olur” diye içimizden geçirip, lokantanın kapısında kala kaldık. Ne içeri girebiliyor nede nefsimizi yenip oradan ayrılabiliyorduk. Yemek kokuları içimizi parçalıyor, dönercinin camın önündeki döner kesişini seyredip yutkunup duruyorduk. Sonuçta bu paranın haram olur düşüncesiyle belediyeye gidip anons ettirme kararını aldık Allah selametlik versin muhtemelen Cemil Cengiz’di belediye başkanı. Şimdiki Emniyet Müdürlüğü olarak hizmet veren o zamanki Belediye binasının ikinci katına çıktık tam belediye başkanı kapısının önüne gelmiştik ki bu kez Arkadaşım Ali “ya kardeşim; bizden aç, bizden yoksul, bizden ihtiyaçlı kim var. Bu parayı bize Allah gönderdi. Gel vazgeçelim ilan ettirmekten” diyerek beni ikna etti. Tabii birazda benim işime gelmişti bu teklif. Sonuçta nefsimize yenik düşüp o parayı yemeye başlamıştık. Birazını da, bizim durumumuzda olan diğer arkadaşlarla paylaşmıştık. Ancak halen o paranın kimin olduğunu merak edip duruyorum. Keşke birileri çıkıp o para benimdi dese de bugünkü değeriyle ödeyip helalleşebilsek keşke…
Başta çok kıymetli tüm hocalarımın ellerinden öpüyorum. Sarıkamış’a gönül veren her Sarıkamışlının baba ocaklarına karınca karıncada olsa maddi ve manevi desteklerini bekliyor herkese selam ve saygılarımı gönderiyorum...
Mükerrem ALADAĞ